26 Mayıs 2020 Salı

Çilekçilik


Son günlerde çilek hakkında yazılanları okudukça kalemi elimize alalım ya da bir word dosyası açalım dedim. Gelirken çilek alır mısın cümlesini çok severim. Bu ayların en çok kullanılanlar listesine yazabilirim.

Uğruna yazabileceğim bir konu olması heyecanlandırdı açıkçası.

#Quarantine day bilmem kaç. Productivity 0, yan gelip yatma 100.

Yazınca gerçekten canlı hissediyor insan. Bir bahar havası geldi sanki. Bir tabak çilek alıp üzerine pudra şekeri dökmüşüm gibi. Pudra şekeri çok tercih etmesem de böyle yazınca daha bir romantik geldi gözüme 😊

En sevdiğim meyve sanırım çilek. Çileği tek satın almazsın mesela. İnsanın sevdiği şeyden aynı anda çok olması ne kadar güzel bir şey. Alırken seçemezsin de. Sürprizli ending gibi. Anca uzaktan bakabilirsin. Eline alıp evirip çevirip tartamazsın. Koklarsın sadece...

İnsan çileğini seçebilir mi? Bir sepette dirisi de olur çürüğü de. Tatlısı da olur ekşisi de. İyisiyle kötüsüyle kabul edersin çileğini.

Her öğüne, her masaya iyi gider hem. Kahvaltıda ekmeğinin üstünden de yükselebilir reçel kokusu, gün batımında doldurduğun şarabını da süsleyebilir. Doğum günü pastalarının aranılanı, smoothie bowlların vazgeçilmezidir. Şarabımı da tatlımı da çilekli severim. Mutluluk verir masada çilek, hoş kılar sohbetleri.

Şimdi tuzlu suda bekletince içinden böcek çıkan videoları kapatalım artık. Bu kadar tantana yeter. Gülgiller familyasındanmış kendileri. Gülü seven çileğine katlanır dostlar.

Berkcan çilek dudaklarına yapışıp kalıcam şarkısını boşuna söylemiş olamaz herhalde.

Çok da düşünmemek lazım tabii. Çilek sonuçta. Üzerine 1 sayfa yazmamak lazım belki de. Çileği sevdiğim gibi okuyanların yazımı sevmesi dileğiyle.

Sevgiler,

Çağla


24 Şubat 2016 Çarşamba

Sanat Mühendisliği? yazısı


Rihanna'nın yeni şarkısı ve gaza getiren klibi eşliğinde work work work work work diyerekten ben de kariyer.net'te gezinmeye başladım yine.En doğru pozisyonun hangisi olduğundan bir çoğumuz gibi ben de emin olamıyorum hala.Kafanızın içinde milyonlarca şey dönüyor,her gün yeni bir fikirle uyanıyorsunuz değil mi? Work work work work work...(Gerisini gerçek hayatta da şarkıda da olduğu gibi anlayamıyoruz ne yazık ki).hahah

 Psikologlara gidilince çocukluğuna inme olayı vardır ya.Olaya anlam verebilme ve doğru olan hamleyi yapmak için.İşte bende daha officially olarak başlamayan iş hayatımın çocukluğuna inmeye karar verdim.Yani seçtiğim bölüme bakalım,endüstri mühendisliğini sorgulayalım ilk önce dedim.Kendim çok fazla dil dökmeden şu tanımı yapıştırayım hemen vikipediden.

 "Çalışmalarında matematik, fen bilimleri ve sosyal bilimlerdeki özel bilgi ve becerileri mühendislik analiz ve tasarım ilke yöntemleriyle birleştirerek, bu sistemlerden elde edilecek sonuçları belirleyip, kestirerek değerlendiren ve disiplinler arası bir yaklaşım sergileyen endüstri mühendisleri, zaman, para, malzeme, enerji gibi kaynakların verimli kullanımına ve mühendislik hizmetlerinin kalitesini artırmaya yönelik çalışmalarda bulunur. 
 Endüstri mühendisliği diğer mühendislik dallarından farklı bir yapıya ve düşünce sistemine sahiptir. En önemli fark endüstri mühendisliğinin parçayı değil bütünü göz önüne alarak çalışması, sistemin bütünüyle ilgilenmesidir. İkinci önemli fark ise her türlü uygulamada insan faktörünü dikkate almasıdır. Bu sebeplerden dolayı temel doğa bilimleriyle olan ilişkisinin yanında sosyal bilimlerle de iç içedir."
Kendim için beğendiğim ve önemli olan kısımları işaretledim ve içim rahatladı ki mutluyum.Mutluyum ama yine de bir parçam eksik sanki.

İkinci aşamada ne istiyorum ? sorusuna genellikle verdiğim cevabı yapıştırıyorum şimdi de.
-Teknik bilgimle yaratıcılığımı birleştirebileceğim salt mühendislik yerine insanlarla daha yakın temas kurabileceğim aktif bir iş hayatı istiyorum.
Pazarlama mı ? Reklamcılık mı yoksa ? Yoksa üretimden şaşmasam mı ?Bir çok kafası karışık insan soruları getiriyor insanın aklına.



İşte bu kısımda bir bölümün eksik olduğunu hissetmeye başlıyorum.Nasıl bir zamanlar işletme bölümünün harikalar yarattığı, fırtınalar estirdiği dönemden buralara geldiysek,mühendislerin daha çok tercih edilir olmasının da sonuna gelebiliriz.
Artık pazarlama mühendisi ,satış mühendisi,marka mühendisi çok tutulan pozisyonlardan.Marka mühendisi duydum  mu emin değilim ama bence çok uyumlu oldu.



Fakat bu mühendisler aslında tam olarak da bunun eğitimini almıyorlar.Ama içindeki sosyallik,tutku,yaratıcılık,sanat,farklı bakış açısı bir yerde seni buralara getiriyor.Analitik düşüncenin daha çok sanatla, yaratıcı düşünceyle birleştiği ya da birleşmesi gereken bu pozisyonların hakkının verilmesi gerektiğini düşünüyorum.

İleride sanat mühendisliği,yaratıcı mühendislik gibi bölümlerin çok yaygın olmayacağını nereden bilebiliriz?Bilgiyi doğru kullanma ,araştırmacı yaklaşım,sistematik düşünceyle bir reklamcılığı,medyayı ,sanatı harmanlasak çok güzel olmaz mı?Tabiki bunu yapabilen bir çok insan vardır, fakat okul sıralarımızdayken bunları rahatça öğrenebilsek ?



Sadece adını verdiğim pozisyonlar olmasa dahi çok daha farklı kimliklerle iş hayatına adım atabiliriz.Vizyonu daha geniş,daha parlak fikirli insanlar olarak yetişmemiz sağlanabilir ve içimizdeki tutkuyu ,yaratıcılığı,farklı olma isteğini biraz olsun söndürebiliriz !

Ben şarkımı tekrar dinlemeye başlıyorum work work work work work ve bu konu hakkında biraz daha düşünmeye devam ediyorum...

Son olarak da şarkının çok reklamını yaptım.Ne diyo bu kız ya diyenler için.
Rihanna-Work 'ten bahsediyorum. 
https://www.youtube.com/watch?v=HL1UzIK-flA Biraz müstehcen olucak ama benim klibim değil ne de olsa der işin içinden sıyrılırım.

3 Şubat 2016 Çarşamba

Just in time diyeti yazısı

Yalın üretimi severim.Yalın bir fiziğe sahip olmak fit kalabilmek için de yalın diyet modelini kurmaya karar verdim.50 kiloluk halime bakarak acaba ben nasıl besleniyorum diye düşündüm.Beslenme modelimin arkasında yatan sistemi yalın üretimin temel taşlarından JUST IN TIME la bağladım.Just in time'la beslendiğim(beslendiğimi düşündüğüm) yalın fiziğimin formülünü paylaşmaya karar verdim.



Yavaştan işin teoriğiyle bir giriş yapalım.
JIT(Just in Time) sadece müşterinin istediği anda istediği kadar ürünü üretmek temeline dayalı bir sistemdir.Müşteri ne istiyor? Ne kadar istiyor? Ne zaman istiyor? sorularına cevap verir.

Midemizi bizim müşterimiz olduğunu ve bizden istekleri olduğunu varsayalım ve müşterinin beklentisini karşılamaya başlayalım.Tam zamanında üretim(JIT) felsefisini tam zamanında beslenme olarak düşünelim.

Tam zamanında üretim sisteminin dört bileşeni vardır.
1.Akış(Flow)
2.Çekme(Pull)
3.Dengeli yükleme ve sıralama(Heijunka)
4.Hızlı ürün dönüşümü(SMED)

Kayıpları ortadan kaldırmak yalın üretimin temel mantığıdır.Şimdi anlatacaklarım da fit kalmanın temel mantığıdır. hahahayt
Akış bileşeninde süreçlerin,üretimin tıpkı bir suyun nehirde aktığı gibi akması amaçlanır.Biz de kilolarımızın su gibi vücudumuzdan akmasını sağlayacağız,sakın ayrılmayın.Sipariş ile teslimat arasındaki süre(Lead Time) hem müşteri hem de üretici açısından önemlidir ve mümkün olduğu kadar kısa olması amaçlanır.

Kendimizdeki akışı sağlamak mide(müşteri)nin istediklerini mideye en kısa sürede teslim etmektir.Acıktıktan sonra uzun süre beklemek kayıp zamana işarettir.Dolayısıyla ilk adımda mümkün olduğunca bu süreyi kısa tutuyoruz ve siparişleri zamanında teslim ediyoruz.Mideciğimizi bekletmiyoruz.

İkinci adım çekme sistemidir.Çekme sistemi tüketilenin yerine tüketilen kadar koy şeklinde çalışır.Çekilen ürünler bir önceki sürecin ne üreteceğini belirler.

Bizde midemize zamanında cevap verirken nasıl ve neyle cevap vereceğimizi bilmeliyiz.Bilelim ki fit kalabilelim.O öğünde vücudumuzun dengesini yerine getirebilmek için ne kadar karbonhidrat , ne kadar yağ , ne kadar şeker ihtiyacını olduğunu bilirsek yenilecek ürün grubunu ve miktarını belirlemek çok daha rahat olur.Önceki öğünde şekeri yada yağı fazla aldıysan artık müşteriye yani midene gönderecek şekerin,yağın kalmamıştır.Bu yüzden karbonhidratlarımıza yönelip ordan çekmeye devam edebiliriz.

Üçüncü kısım dengeli yükleme ve sıralamadır.Dengeli yükleme iş yükünün dağılımının eşit olarak yapılması anlamına gelir.Bizlerin de günlük alınan,alınması gereken kalori miktarı tam da buna karşılık  geliyor işte.Herkesin kilo,boy,yağ vs oranlarına göre alması gereken kalori miktarı belirlendikten sonra dengeli yükleme yapmaya başlayabiliriz.
Sıralama kısmında ise üretimi sıralamaktan bahsediyoruz.Neleri ne zaman yiyeceğiz,acaba kaçamak yapabilir miyiz gibi tatlı soruları bu kısımda sorabiliriz kendimize ya da çok sevgili diyetisyenlerimize.Ürün grubu sıralamalarımızı da yaptıktan sonra listemiz neredeyse oluştu artık.
Ne zaman , ne ve ne kadar yiyeceğimizi biliyoruz şimdi.

En son aşama hızlı ürün dönüşümü(SMED)'ne geldi sıra.Burada ürün dönüşü aktiviteleri dediğimiz ekipman ve kalıp değişimleridir.İstenilen bir ürün üretiminden başka bir ürüne dönerken ki süreci olabildiğince kısa olmasıdır.Bu kayıp olarak algılanan sürecin iyileştirilmesi gerekmektedir.

En son aşamayı diyet listeme koymam biraz zorladı beni itiraf etmek gerekirse.Ben kendi ürün dönüşümüzün farklı bir kilodan başka bir kiloya düşmek olduğuna karar verdim en sonunda.Temel amacımızın bu süreci kısaltmak olduğunu da söyleyebiliriz kesinlikle.

SMED uygulanırken dahili ve harici aktiviteler tanımlanarak dahili aktivitelerin harici aktivitelere olabildiğince dönüştürülmesi sağlanır.Dahili aktiviteler vücudumuzdaki aktiviteler harici aktiviteler de dışarıda zayıflamak  yani ürün dönüşüm süresini kısaltmak için yaptığımız aktiviteler olarak tanımlarsak daha çok spor daha çok spor sonucuna yaklaşıyoruz gibi geldi bana.



Dört bileşeni de tamamladığımıza göre basit sırrım Just in time diyet modelinin de sonuna gelmiş olduk.
Bu yazıyı çok sevgili diyetisyen adayı kardeşime ithaf ediyorum.Onun daha nice bilgilerinden yararlanmak dileğiyle...Siz bu anlattıklarımı bir ona da danışın en iyisi der ve sözlerime son veririm.



23 Ocak 2016 Cumartesi

Mutfakta Mühendislik yazısı



Elinde onlarca poşetle eve dönme keyfieeeee...

Alışveriş denilince akan suların durduğu bir dönemdeyiz sanki.Boş bulduğumuz her anımızda avm'lere koşuyor,durmadan sipariş veriyor, her gördüğümüzü almaya çalışıyoruz.Herkes alışveriş manyağı olmuş üzerine bir de alışveriş manyakcıkları yetiştiriyor.

Cepleri boşaltan bu çılgınlığa son vermek istiyorum ve optimal alışveriş için endüstri mühendisliğine başvuruyorum hemen.Tabiki akıllılık edip önce kendi masraflarıma değil, anneciğimden özür dileyerek mutfak masraflarından başlıyorum.



MMmmmm.Mutfak raflarımızı ve buzdolabımızı doldurabileceğimiz ne kadar da çok şey var. Peki benim hangisinden ne kadar ihtiyacım var?Alışverişe çıktığımızda boşluğa düşmeden her şeye saldırmamak için mutfaktan çıkmadan kendimize sormamız ve planlamamız gereken bir kaç şey olduğuna karar verdim.

Tedarik zinciri yönetiminde sipariş,talep,tahmin vs konuları üzerinde dururuz genelde.Karlı bir işletme için çalışanlar nasıl emek harcayıp saatlerce düşünüyorlarsa biz de evdeki biricik işletmemiz mutfağımız için düşünmeli ve çalışmalıyız.

İlk olarak her zaman müşterinin ihtiyacı ve neyi istediği başımızın tacıdır.Biz de evdeki herkesin gerçek ihtiyaçlarını ,sevilenleri,sevilmeyenleri analiz ederek işe başlayabiliriz.Mesela bu analizle iki aydır dolapta duran incir reçeline kimsenin uzanmadığını, ya da kelebek makarna yerine her zaman çubuk makarnayı tercih ettiğimizi görebiliriz.Alışveriş listemiz artık bir bakıma ihtiyaç listemiz olarak adını değiştirebilir artık.

   
             


Asıl ihtiyaçlar belirlendikten sonra müşterinin ne kadar istediğine geldi sıra.Yani talep tahminine.Talep tahmini asıl bize karı sağlayacak olan kısımdır.Bu zamana kadar ki olan harcamalar göz önünde bulundurulup müşterilerden yani ev halkından gelen ekstra ya da özel talepleri de göz önünde bulundurarak listemizi ve aşağıda anlatacağım güven stoğunu oluşturacağız.Haftaya olan bir gün programı için listeye ekstradan pasta malzemeleri girecek ,artık çok aldığımız portakal yerine muz talebini farkedip listeden portakalı çıkaracağız.

Güven stoğu bize malı ne zaman sipariş edeceğimizi gösterir.Evdeki malzemelerimizin her zaman elimizde bulunması gereken miktarını ortalama bir şekilde karar verip hepsinin güven stoğunu belirliyoruz.Örneğin çubuk makarna için 3 paket,domates 2 kg.Malzemelerimiz güven stoğunun altına düştüğünde ise o haftaki alışveriş listemize ekliyoruz.Bu şekilde o hafta markete gittiğimizde evdeki dolu un paketlerinin üzerine gereksiz bir un paketi daha eklememiş oluyoruz.

Mallarının hurdaya çıkmasını ve elinde olanlardan zarar etmeyi hiç bir işletme istemeyeceği gibi fazla ve gereksiz alınan market malzemelerinin bozulmasını çürümesini de hiç kimse istemez.Düzenli ve planlı bir alışveriş sistemi oluşturarak bahsettiğim hurda masrafından da işletmemizi kurtarmış olup,paralarımızı yırtıp atmamış oluyoruz.

Şimdi arabalarımızı aldıysak alışverişe başlayabiliriz !(Lütfen resimdeki artı butonundan uzak duralım.)

Herkese keyifli alışverişler ..

                                    





17 Ocak 2016 Pazar

IQ ,EQ tartışması yazısı

Benim IQ ,EQ hikayem diye başlamak istedim.Sanıldığı gibi uzuuuuun ,sıkıcı yada farklı bir hikayem yok bu konuda.Benim hikayem okulda IQ,EQ adlı eğitime kayıt yaptırıp ardından eğitim günü geldiğinde "Pooof bu ne yaaaa!!? Önemli mi ki buu?" diye artist artist gitmeyişimle başladı.Vicdan azabımı sizlerle paylaşmak,sizlerin dikkatini çekmek için de buradayım şimdi.

İlk önce hepimizin en çok bildiği IQ'yla başlayalım.IQ ingilizce zeka anlamına gelen intelligent ve katsayı anlamına gelen quotient kelimelerinin kısaltmasıdır ve zeka katsayısı anlamına gelir.(Ne kadar da bilgili bir blog.)Peki bu zeka katsayısı tek başına yeterli midir?Hiç bir şeyin tek başına yetmediği bu dönemde zavallı IQ da tabiki tek başına yetmeyecektir.



Bu keskin ,sivri zekamızın azıcık kıvırmaya,dans etmeye ihtiyacı olduğunu inkar edemeyiz şimdi.Hemen küçük bir EQ tanımı girelim araya.
Duygusal zekayla ilgili çalışmalarıyla tanınan psikolog ve danışman Daniel Goleman'dan küçük alıntılar yapacak olursak EQ yani duygusal zeka kendimizin ve başkasının hislerini tanıma,kendimizi motive etme,içimizdeki ve ilişkilerimizdeki duyguları iyi yönetebilme yetisidir.
İşte tanımlardan da görebileceğimiz gibi ikisini bir arada yürütmek bir bakıma başarının sırrı,anahtarıdır.


Eq'nun beş temel ilkesi vardır.Bunlar 
Öz-bilinç
Duyguları yönetebilme
Kişisel motivasyon
Empati
Sosyal becerilerdir.
Bunları okuyunca ufaktan insan kaynakları ,mülakat teknikleri kokusu almaya başlıyor insan.Nancy Gibbs'in "IQ sizi işe aldırır ancak sizi terfi ettiren EQ'dur." sözü de çok yakıştı buraya.
Bir mühendis olarak grafiksel anlatıma bayılırım.Nancy'ni sözü bu grafikle hayat bulmuş gibi!


Grafiğimiz bir IQ vs EQ grafiği.Grafik üzerindeki noktalarımız iş arkadaşlarımız, rakiplerimiz rolündeler.Goal kelimesi ise hedef anlamına gelmektedir.Hedefe yaklaşmamız için ilk adım belirli bir IQ seviyesinde olmaktır.Yani IQ bizi işe aldırır.Fakat gördüğümüz gibi sadece IQ'nun ve sadece EQ'nun yüksek olduğu yerler hedefe yakın bile değildir.Hedefimiz tam da ikisinin yüksek olduğu yerde karşımıza çıkmaktadır.
Üzülmeyelim ki EQ , IQ'nun aksine geliştirilebilir bir şeydir.Yani grafiğimizde emin adımlarla ilerliyoruz vee işte hedefe ulaştınız.Terfi ettiniz !

İnternette bulduğum Daniel Goleman EQ testi çok inandırıcı gelmese de benim puanım 125(Kusursuz).Ya sizin?  http://www.arealme.com/eq/tr/




9 Aralık 2015 Çarşamba

Kişisel Gelişim Sendromu yazısı

Son yılların tükenmişlik sendromu gibi üniversitelere bomba gibi düşen kişisel gelişim sendromundan bahsedeceğim şimdi.Üniversiteye girdiğimiz ilk cicim aylarını belki de yıllarını düşünelim.Her güzel şeyin bir sonu vardır.Silelim şimdi bu hayali.Yavaş yavaş bittiği anlara gelelim.İşte bir kişisel gelişim davası başlar oralarda.

"Biz kişisel gelişime çok önem veriyoruz.Not ortalamasına değil,kişinin kendini bu süreçte ne kadar geliştirdiğine bakıyoruz." der bir iş adamı seminerde.Hepimiz buna benzer şeyler duymuşuzdur
kesinlikle.Kişisel gelişim ,insanın kendini farklı yönlerden eğitmesi kesinlikle güzel bir şeydir.Fakat yazımda  buna farklı bir bakış açısıyla bakıyorum.Ne de olsa endüstri mühendisiyim, olaylardaki büyük resmi görebilmeliyim.

Seminere dönelim.Bu seminerler ,etkinlikler böyle afiş afiş, dilden dile, facebooktan facebooka yayılır gider.Binlerce etkinliğe,seminere gidiyorum işaretlersiniz,binlerce eğitime isim yazdırırsınız.Arkadaşlarınla kişisel gelişmeye başlarsınız inceden inceden.Sene sonunda sayısız eğitime katılmış,iş dünyasından bir çok insanla tanışmış olursunuz.Birazcık zorlasanız sahneye çıkıp anlatabilecek konuma gelebilirsiniz neredeyse.Kulüp etkinlikleri,takım çalışmaları,yarışmalar alır başını yürür gider.

Kendini çok kaptıran bir grup yerinde duramaz ,bir yaşam biçimi haline getirir bunu.Ders çıkışlarında koşa koşa kayıt olduğu seminere gider.Ardından kayıt olduğu kursa yetişir.Ertesi gün dans çalışması vardır.Sosyal sorumluluk projesi kapsamında yardım amaçlı bir dans gösterisinde yer alacaktır.Bir kaç adını bilmediği kursa yazılır.ÇOK ÖNEMLİ olan imzalı eğitim sertifikalarını toplaması gerekir çünkü.Tonlarca yığması gerekir odasına.Hafta sonu planı ise çoktan yapılmıştır onlar için.İnternetten haftanın, ayın popüler kültür mekanları,sergileri,operaları seçilir ve kültürel gelişilir hafta sonu.
İleri derecede manyak olmak kaçınılmazdır.İşte böyle deli bir şeydir bu kişisel gelişim.Hangi kursa gitsem, hangi dili öğrensem diye düşünürsünüz kara kara.Çok tabi zararlı olduğunu kimse söyleyemez ama her şey dozunda güzeldir diyebilir bir çok kişi.

Bir mühendis olarak yanlışlıkla katılıp ,2 saat hukuk seminerini dinledikten sonra ne yapıyorum ben burada diyerek koşarak uzaklaşırken bulabilirsiniz kendinizi en sonunda.İşte o andan sonra "süreklilik" ve "verimlilik" ilkesini harmanlayıp optimal bir şekilde kişisel gelişmeye karar verebilirsiniz.

Bu yazımı kişisel gelişim sendromuna yakalanan ,yakalanmış arkadaşları olan ve yakalanacak olanlara armağan ediyor ve yazımı sonlandırıyorum.

17 Kasım 2015 Salı

Yabancı dizi yorumu yazısı

Günaydın !
24 saate 48, belki de 72 saati sığdırmaya çalıştığımız bir günden daha merhaba.Yapılacaklar listesinin gittikçe uzadığı,hayatımız da önemli kararlar vermemiz gerektiği,çok çalışıp bir yandan da yine çok çalıştığımız zamanları olmuştur hepimizin.
Bu yoğun tempoda şöyle yorucu günün arkasından yatağa uzanıp laptobu önüne alıp sevdiği dizinin yeni bölümüne hayır diyebilecek yoktur herhalde.Durun,durun.Yoksa siz akşam sekizde televizyonun karşısına geçip bir saat özet izledikten sonra dizinin yeni bölümünün başlamasını mı bekliyorsunuz?Yarım saat süren reklamlara da küfredip saat 12 de dangalak bir şekilde gelen son sahneden de beklediğinizi alamayıp uyumaya gidiyorsunuzdur şimdi siz.
Bu iş güç koşturmaca arasında 2-3 saatimizi niçin televizyona verelim?Yabancı dizilerin büyük ölçüde popüler olmasının bir sebebi de bu sorunun cevabına giden yoldadır kesinlikle.
Bir güne iki üç gün yaşadığımız bu hayat tempomuzda hayatımızdan sadece 45 DAKİKA çalan ve bizi sürükleyen yabancı yapımlara hakkını veren,2 neredeyse 3 saate anlamsız bir kaç bakış dışında bir şey sığdıramayan,uzadıkça saçmalayan yerli yapımlara da acıyarak ve üzülerek bakan bir kitle geliyor artık geriden geriden.Bir haftada çekilen sinema filminden bir hayır gelmeyeceği gibi , her hafta sinema uzunluğunda çekilen bölümlerden de ne hayır gelebileceğini görmüştür bu kitle.
Bu biraz da arz-talep meselesidir tabi.Fakat eğitim seviyesi arttıkça, insanlar bilinçlendikçe kaliteli izleyici kitlesinin karşısında daha fazla direnmenin bir manası olmayacaktır.Boş sayfaları doldurmak için saçmalayan senaristlerin boş 3 saatlerinin yerini kaliteli kurguları,kısa ve öz 45 dakikalık bölümleri alacaktır.Bizler de sonraki bölümün çıkması için dört döneceğizdir evlerimizde."Müşteri Memnuniyeti"iş dünyasının en önemli kalıplarından biri olarak burada da karşımıza çıkacak,kalite isteyen kitle kaliteli yapımlar görecek,diğer türlü müşteri kaybı kaçınılmaz olacaktır.
Bu yoğun tempoda çok zamanınızı almak istemeyip kısa tutuyorum yine yazımı.

Bu kadar yabancı dizi muhabbeti yapıp çok sevdiklerimi de burada yayınlamazsam ayıp olurdu.İzleyen,izlemeyen herkese şimdiden iyi seyirler !
2 Broke Girls
The Walking Dead

              
The Originals